14 Şubat 2010 Pazar

Bana

Yalan söylediler...

11 Şubat 2010 Perşembe

Bana ayakkabını soyle (Goster)Sana kim oldugunu soyleyeyim.


 " Ayakkabı kavramının ilk kez nerede ve ne zaman ortaya çıktıgı kesin olarak bilinmiyor ama bulgular:ayakları, keskin kayalardan ve kızgın kumdan korumak için insanoglunun çok eski zamanlarda, ayakkabıyı meydana getirip geliştirdigini gösteriyor.
Tarihte ayakkabı ile ilgili ilk bulgular Mısırlılar,çinliler ve diger bazı eski medeniyetlere ait.
Ayrica ayakkabıların, bazi kutsal kitaplarda sıkça bahsinin geçtigi ve  Yahudilerin (Israilogulları) bazı durumlarda,özellikle yasal pazarlıklıklarda bedel olarak kullanmış oldukları  mevcut bulgular arasında.

Ayakkabınin ilk formu sandaldi.
Son derece basit orülmüs yaprak ya da otlardan olusuyordu ve ayaga/bilege baglaniyordu.Mısırlılardaki ilk sandal örnekleri ayni formun papirus yapragindan oluşturuldugunu gosteriyor,tek bir farkla:daha estetik ve artistik işlenmis olarak.Yine bulgulara gore, sandal yapimi, misir uygarligi zamaninda bir sanat olarak kabul ediliyordu.

Tabii ki sandalın  şekli ve işlenmesi,ulkenin konumuna ve toplumun sahip oldugu estetik anlayışına gore degişiyordu.Nasıl ki bazı ulkelerde son derece basit,sade formda ise,bazı ulkelerde de  sandalın bagcıklarının şekli ve  suslenişi, insanlarin zevkini,toplumun gelismişligini ve giyenlerin refah duzeyini gösteriyordu."

Ayakkabıların tum tarihini yazmaya kalkarsam oldukca  vaktimi alacak ,o yuzden sadede gelecegim.

 Ozellikle kadınların sahip oldugu ayakkabı tutkusu erkeklerce zor anlasılırken ,ayakkabı tutkunu olmayan ama ayakkabı konusunda zevkli olan cok ama cok az erkek tanıdıgımı ve gördügümü söylemeden edemeyecegim.Halbuki  bir insanin giydigi ayakkabıdan,zevkini hatta ve hatta  kisiligi ile ilgili bazi ipuçlarını bile yakalayabilirim.
Ayakkabınin rengi ne,sekli semali ,cok mu siradisi yoksa cok mi siradan ama hepsinden onemlisi temiz mi?
Bunlarin hepsini teker teker incelemiyorum ,zaten tek bakista dahi fikir ediniyorsunuz.Ayrica ayakkabi konusunda zevkli olan bir kadin ya da bir erkek,kesinlikle giyimi konusundada stil ve zevk sahibidir.Zevkli olmak için  ayakkabılarinizi illa Armani'den,Cavalli'den edinmenize gerek yok.


Kadinlar sadece kendi ayakkabılarina mi bakarlar? Kaçmış bir çorap bir kadında ne kadar güzel durabilirse,yırtık, eskimis ve bacaktan dusen bir corapta (beyaz kabus!) bir erkekte o kadar estetik olabilir.Ya da temizlenmemis bir ayakkabı,ise alınmamanız icin zemin hazirlayabilir! :-°
Esimin,coraplarına kadar karışmamın sebebi bu  :-) her sabah , işe gitmeden önce  ayakkabılarının temizlğini kontrol etmesi konusunda tavsiyede bulunurum.Beyaz corap ,sökülmüş, yırtılmıs aşınmış çorap evden içeri giremez.Aynı zamanda pislenmis,temizlenmemis ve eskimis bir ayakkabıda evden dışarı cıkamaz!Bu,bizim evin kuralı tabii.

Birçok erkek,eğer bir çift sandalet,bir çift kapali ve açık burun ayakkabi ,birde çizmeniz varsa ayni formdan baska renkte bir ayakkabiya ihtiyaciniz olmadigini dusunur.Hatta kimi örneklere göre bir çift yazlık ve kışlık ayakkabı bile kafidir.YANLIŞ ! Nasil, küçükken oyuncak bebeklerimizle oynamaktan zevk aliyorsak,simdide çesit çesit ayakkabilarimizla oynamaktan zevk aliyoruz.Eğer esiniz ya da kiz arkadasinizin çok ayakkabi almasi sorunu?! sizde de mevcutsa, muhtemelen partneriniz zevkli ve/veya degisikliklerden hoslanıyor.Bu durumdan şikayet edeceğinize yanınızdaki cehverden yardım isteyin.Benim gibi,sadece 30 çift  ayakkabınız mevcutsa, sevgiliniz veya kocanıza Imelda Marcos örneğini verin (sadece 122o çift ayakkabısı,terketmek zorunda kaldığı başkanlık sarayında bulunmuş).Muhtemelen işe yaramaz ama olsun,en azından kafaları karışıyor :))

Donald Trump'ın "Nasıl zengin olunur" kitabındaki en önemli tavsiyelerden biri (zengin olmak istiyorsaniz tabii) iyi giyinmek:Temiz ve kendine yakışanı giymek. Bu da ilk once ayakkabılardan baslıyor kanımca.Nasıl ki güzellik küçük detaylarda saklıysa,ayakkabı seçimi ve temizligide bu detayın en ince ve onemli baslangıç (!) noktasını olusturur.Hadi gidin şimdi bir çift ayakkabı daha alın :P

Who needs forever?

      Who needs forever?

4 Şubat 2010 Perşembe

New research from around the world suggests that an individual’s favorite music genre is closely linked to his or her personality.
Professor Adrian North of Heriot-Watt University, Edinburgh, UK, has undertaken the largest study so far of musical tastes and personality type. He is an expert on music psychology and has carried out extensive research on the social and applied psychology of music, in particular the relationship between pop music culture and deviant behavior in adolescence, music and consumer behavior, and the role of musical preference in everyday life.
Over the course of three years, Professor North asked more than 36,000 people in more than 60 countries to rate a wide range of musical styles in order of preference. Certain aspects of personality were also measured by questionnaire.
The results showed:
Blues fans have high self-esteem, are creative, outgoing, gentle and at ease
Jazz fans have high self-esteem, are creative, outgoing and at ease
Classical music fans have high self-esteem, are creative, introvert and at ease
Rap fans have high self-esteem and are outgoing
Opera fans have high self-esteem, are creative and gentle
Country and western fans are hardworking and outgoing
Reggae fans have high self-esteem, are creative, not hardworking, outgoing, gentle and at ease
Dance fans are creative and outgoing but not gentle
Indie fans have low self-esteem, are creative, not hard working, and not gentle
Bollywood fans are creative and outgoing
Rock/heavy metal fans have low self-esteem, are creative, not hard-working, not outgoing, gentle, and at ease
Chart pop fans have high self-esteem, are hardworking, outgoing and gentle, but are not creative and not at ease
Soul fans have high self-esteem, are creative, outgoing, gentle, and at ease
North said he wanted to study why music is such a significant part of people’s identity.
“People do actually define themselves through music and relate to other people through it but we haven’t known in detail how music is connected to identity,” he said. “We have always suspected a link between music taste and personality. This is the first time that we’ve been able to look at it in real detail. No one has ever done this on this scale before.”
People may define their musical identity by wearing particular clothes, going to certain pubs, and using certain types of slang. So it’s not so surprising that personality should be related to musical preference. “We really got the sense that people were selecting musical styles to like that match their own personality,” North said.
He believes that his results show why people can get defensive about what they like to listen to, as it is likely to be profoundly linked to their outlook on life. The study also demonstrates the “tribal function” of musical taste that can explain why people often bond over music.
North noted that classical and heavy metal music both attracts listeners with similar personalities but dissimilar ages. Younger members of the personality group apparently go for heavy metal, while their older counterparts prefer classical. However, both have the same basic motivation: to hear something dramatic and theatrical, a shared “love of the grandiose,” he said.
“The general public has held a stereotype of heavy metal fans being suicidally depressed and being a danger to themselves and society in general,” he said, “but they are quite delicate things. Aside from their age, they’re basically the same kind of person [as a classical music fan]. Lots of heavy metal fans will trce:peopleintomusic.com ell you that they also like Wagner, because it’s big, loud and brash. There’s also a sense of theater in both heavy rock and classical music, and I suspect that this is what they’re really trying to get at when they listen.”
North is now seeking participants for an online questionnaire exploring the same topic. To take part in the research visit 

Source:peopleintomusic.com

29 Ocak 2010 Cuma

 


Yağmuru seviyorum diyorsun,
yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...
Güneşi seviyorum diyorsun,
güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...
Rüzgarı seviyorum diyorsun,
rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun...
İşte,bunun için korkuyorum;
Beni de sevdiğini söylüyorsun...
You say that you love rain,
but you open your umbrella when it rains...
You say that you love the sun,
but you find a shadow spot when the sun shines...
You say that you love the wind,
But you close your windows when wind blows...
This is why I am afraid;
You say that you love me too...

Shakespeare

 



2 Kasım 2009 Pazartesi

日本国


  Oldum olası Japonya'ya ilgim vardır.Hatta ciddi ciddi Japonya'da yaşamayı düşünüyordum (nasil olacaksa ! ) 
 fakat kültürlerini çozdükce,orada yasama fikri cazibesini yitirdi.


ilginç ve zaman zaman da ürkünç bir millet japonlar  :-)

Japonya (Nippon- Yükselen/Dogan Güneş) ile ilgili çeşitli (ara ara da saçma) notlar :

  • Efenim Japonya'nın %70'ni dağlar oluşturuyor.
  • Japonlar diyormuş ki "çinliler herşeyi ama herşeyi yerler " (E bunu soyleyen sadece onlar degil,Togo cumhuriyetindekiler bile aynı şeyi çinliler için soyleyebilir !)
  • Japonca'da "Yanlış" ve "Zor" kelimesi aynı.
  • Japon diyalektlerinden birinde McDonalds'ın okunuşu soyle : "Ma-ku-do-na-ru-do ! :-)
  • Nihongo wa muzukashi des !
  •  Ohayo Gozaimasu  yani 'Gunaydin' ya da 'iyi gunler' yerine ozellikle gencler ,kisaca "OHA! " diyorlarmıs (karsı komşum kapıyı açacak ve bana direkt "OHA komşu " diyecek...E ilk kültür şokunu oraya vardigim günün sabahı yaşayacaktım demek ki).
  • There are Japanese people in Japan !! :-)   bunu ibret olsun diye yaziyorum,zira  "Japonya ile ilgili degişik! notlar ' yayınlamiş bir kimsenin sitesinde aynen bu sekilde yazılmış ! Neyse ki şoyle birsey eklememiş ! "and guys,They are human being!! "
  • Japonya'da sokak isimleri yok !
  • Nüfusun yaklasik %60 i sigara iciyor. 
  •  Agzininizi sapirdatarak hatta çorbanizi içerken soyle -Hüüüüp  sesi çikarmaniz yediginiz,içtiginiz şeyin "Enfes" oldugunu belirtmek icin yapiliyormuş.
  • Japonya'da gunde en az 3 defa "orta siddette" deprem yasiyor (Diger sık yasayan ulke de biziz galiba).
  • Trafik lambasinda ki "Yesil " isik "Mavi" diye adlandiriliyor (mantığını çözemedim,gerçi bunda mantık aramak,ne derecede mantıklı,o da tartışılır ).
  •  Yemek çubuklarınızı pilavınıza dik sekilde koyup bırakmaniz,eski bir inanca göre o yemegi ölü bir kimseye sundugunuz anlamına geliyor (şimdi korktum iste,ışıkları yaksam iyi olacak ! ).
  • Toplum icinde burnunuzu kariştirmaniz,yolun bir köşesine işemeniz sosyal olarak yadirganmazken ,sesli bir şekilde burnunuzu temizlemeniz (sumkurmeniz) son derece kaba karşilaniyormus. Sesli sekilde sumkurmenin, Avrupa'da hayli yaygin ve normal birsey oldugunu da belirteyim.
  • Japonlarin yaklaşik %85'i hindiyi hic tatmamis.
  • Tuvalet kağidi olmadigi gibi bircok tuvalette sabun dahi olmuyormus. (iyyk Fransizlardan sonra bir de götleri  boklu japonlar ! ). 
  • Women-Only Train Cars !
  • Bircok mağaza, girerken dahi ayakkabilarinizi cikarmaniz isteniyor,
  • Eger Dogu Asyali degilseniz yani yabanci oldugunuz kati ise milliyetiniz icin sorulan soru -Amerikali misiniz?
  •  えええええええええええええええ yani bizde ki Eeeeeee nin uzun ve yuksek ton ile soylenen hali,genelde sasirma belirtisi olarak kullaniliyor.
  • Bircok umumi BANYO (Onsen) eger dovmeniz varsa sizi kabul etmiyor.(Yaşa(ya)mamak icin bir başka neden).
  • işyerlerinde, calışanlar birbirlerini, isimleri ile degil ünvanları ile çağırıyor.Eğer evli bir kadınsanız ,size ya Hanimefendi ya da 奥さん (okusan) Eş-karı diye ,bir mağazada ise şatıs gorevlisi size  お客様 (okyakusama - musteri ) diye hitap edebiliyormuş ( Evli olduğunuz yüzüğünüz ya da tavırlarınızla anlaşılıyormuş..yüzüğü anladım da ,evli kadın tavrı nasıl  oluyor anlamadım),

     Gelelim Geysalara :
      
    Geysa (Geisha)nin manasi  Gei (Sanat) ve Sha (kisisi).Geiko ise daha Kyoto kullanilan bir terim ve Sanatlarin uzmani manasina geliyor. Maiko ,15-21 yas arasi geysalara verilen ad. Mai (Dans) Ko (Uzman).
  •   Geisha ,artistik eglenceler icra  etmeye ilk defa yaklasik olarak 400 yil once baslamislardir.
  • Cirak  geisha, bir okiya'ya ya da geisha evine tasinir.Burada ilk etapta,bir geisha'ya verilmis "kucuk kizkardes"tir ve bu sekilde egitimlerine baslarlar.Okiya "Anne" nin yonetimindeki korolarda performans sergilemeleri beklenir.
  • Eski ve ilk donemlerinden kalma" Nasil uygun sekilde yurumeleri,diz kirip oturmalari gerektigi kurallari " mevcuttur.Bu nedenledir ki dis gorunusteki yipranma orani geysalarda yuksektir.
  • Eskiden,Geysanin ,onun ders ve kimono masraflarini karsilayacak bir patronu olabiliyordu.
  • Bir  kimononun hazirlanmasi yaklasik olarak uc yili bulabiliyormus(Kimononun boya ve nakis isleminden dolayi)  ve basarili!? bir geysa  kimonosunu bir defadan fazla giymeyerek bununla gurur duyuyormus.?!
  • Geysalar,yastikla uyumak yerine ,boyunlarinin altina koyduklari "takamakura" diye adlandirilan desteklerle uyuyup,boylelikle saclarin modelini harika bir sekilde muhafaza edebiliyorlarmis.Bu aliskanligi kazanmalari icin ,hocalari,yastiklarinin etrafina pirinc taneleri dokuyormus.Eger geysanin kafasi bu destegin disina ciktiysa, pirinc taneleri  pomadlanmis saclarina yapismis oluyormus. Oo
  •  Kyoto,geysalarin kulturel baskenti olmasina ragmen bircok geysa Japonya'nin guneyindeki "Atami " bolgesinden.
  • Stajyer geysalar beyaz makyaj yaparken,yasli gesyalar sadece ozel durumlarda makyaj yapiyorlar.
  •   Ozellikle batililar geysalarin hayat kadini oldugu yanilgisina  dusuyorlar.Bir geysa , bedenini degil eglendirme yeteneginii sattigini ozellikle  belirtecektir(mis).
  • Mesleklerini terkettikten sonra evlenmeyi tercih eden geysalar olmakla beraber, 90'larinda olup hala mesleklerini icra eden geysalar mevcuttur efe'nim.                                             

1 Kasım 2009 Pazar

2=1

Kim o, deme boşuna..
Benim, ben.
Öyle bir ben ki gelen kapına;
Başdan - başa sen.

( SEN Sen Sen )


2 =1
Who is it, don't ask needlessly..
It's I, it's me.
Yet a me who comes to your door;
You entirely.

                                                                      ( THOU Thou Thou )


                                                                                    Ozdemir Asaf


TELAŞ
Yaşamak değil,
Beni bu telaş öldürecek.

RUSH

Not living,
This rushing will kill me.




Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyecegim
Sen de bilme, Lavinia.



I shall not ask you not to go.
You're cold, take my coat.
These are the loveliest hours of the day.
Stay at my side.

I shall not ask you not to go.
Still, you know best.
Lies if you wish, lies I shall tell.
Your feelings would be hurt.

I shall not ask you not to go,
But do not go Lavinia.
I shall keep your name..
You too, don't know, Lavinia.



BİYOGRAFİ

Özdemir Asaf

11 Haziran 1923'te Ankara'da doğdu. 28 Ocak 1981'de İstanbul'da öldü. Asıl adı Halit Özdemir Arun'dur. İlk ve ortaöğreniminin bir bölümünü Galatasaray Lisesi'nde yaptı. 1942 yılında Kabataş Erkek Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi'nde, önce Hukuk Fakültesi'ne, sonra İktisat Fakültesi ve Gazetecilik Enstitüsü'ne devam ettiyse de 1947'de yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. Bir süre sigorta prodüktörlüğü yaptı. 'Zaman' ve 'Tanin' gazetelerinde çevirmen olarak çalıştı. İlk yazısı 1939'da 'Servetifünun-Uyanış' dergisinde çıktı. 1951'de Sanat Basımevi'ni kurarak matbaacılık yaşamına girdi. Kendi şiir kitaplarını bastı. 1955'te Yuvarlak Masa Yayınları'nı kurdu.

İkilikler ve dörtlüklerden oluşan ilk şiirlerinde yoğun bir söyleyiş özelliği göze çarpar. İnsan toplum ilişkilerine yönelik temaları konu edinerek düşündürücü bir şiir evreni kurmuştur. Duygu ve düşünce yoğunluğuyla birlikte, alay ve taşlama şiirine egemen olan öğelerdir. İnsan ilişkilerinin toplumsal ve bireysel yanlarını sen ben ikileminde vermiştir. Çok kullandığı sevgi, ayrılık, ölüm temaları, son dönem şiirlerinde giderek yerini kaçış ve umutsuzluğun tedirginliğine bırakmıştır.

Şiirin bir görüşü yansıtması, bir iletisinin olması düşüncesinden yola çıkmıştır. Yuvarlağın Köşeleri kitabında şiirin ve yazarın işlevi konusundaki görüşlerini dile getirmiştir. Batı şiiri ve geleneksel Türk şiirinden yararlanarak verdiği bileşim sanatını zenginleştirip geliştirmiştir.

Kitapları:

Şiir:
Dünya Kaçtı Gözüme (1955),
Sen Sen Sen (1956)
Bir Kapı Önünde (1957)
Yumuşaklıklar Değil (1962)
Nasılsın (1970)
Çiçekleri Yemeyin (1975)
Yalnızlık Paylaşılmaz (1978)
Benden Sonra Mutluluk (ölümünden sonra 1984)

Etika:
Yuvarlağın Köşeleri (1961)
Yuvarlağın Köşeleri - 2 (ö.s. 1986)

Öykü:
Dün Yağmur Yağacak (ö.s. 1987)

Otokopi, deneme:
Özdemir Asaf'ça (ö.s. 1988)

Çeviri:
Oscar Wilde-Reading Zindanı Baladı (1968)


Özdemir Asaf is one of the most prominent figures of contemporary
Turkish Literature. His real name is Halit Özdemir Arun.

He was born in Ankara on June, 11th 1923. He died in
Istanbul on January 28th 1981. His father, Mehmet
Asaf, was a member of the Council of State. He lost his father in
1930. That year they moved to Istanbul. His mother sent him to
Galatasaray Lyceum, which is a school that teaches in French. At that
school famous literary men taught the Turkish Literature. And the
French Literature was taught by Frenchmen.

It was there that he began to be interested in literature.

He has studied Law at the Istanbul University for two years and
attended the Faculty of Economics for three years. He was always more
interested in theoretical subjects.

For a few years he worked as a journalist and in 1951 he set up his
own printing house.

His poetry and his translations from French poets and writers have
been published in journals and anthologies since 1940.

At the lyceum, for twelve years he was a boarder. Maybe this is one of
the reasons why he likes travelling so much. In 1954 he has traveled
to the Eastern Coast of U.S.A. and Cuba. In 1959 he has made an
extensive trip in Europe.

He has a habit of never publishing his work immediately after it has
been written. This postponement is not to improve on what he has
written. He does not wish the personal ups and downs to reflect in
poetry. For poetry he has a loftier fate in mind. Shelley said that
the poets are " the unacknowledged legislators of the
world. " For the poet concentrates on what truly matters to man,
to all men and in all time. And there must be a certain spark, a
certain germ in what he says to make it contagious.

For Özdemir Asaf every man is sensitive and wise. Yet not at the
same moment. Therefore he does not tie poetry only to the feelings or
only to the mind. Neither does he divide it in between the two. For
him checked feelings and emotional reasoning are the same in their
worthlessness. Man gains noting from them. He first takes man in
hand. First and foremost where man could come to or where he has come
and stayed. This is what is most important. Anyway, this is what man
wishes to find out first. Poetry must be directed towards this. The
why and how of his coming and staying there belong to the novel.

Poetry, throughout history has either praised or condemned man. If it
has done so it has done it with this outlook. In this way poetry has
glorified man which is the essence of its theme. And itself too.

His use of the Turkish language helps the stimulation in his form and
content, in that he achieves great field of expression with very few
words.


Özdemir Asaf's form is as condensed as his content.