Biraz araya muzik katalim,uzun zaman olmus.Ardindan Tango macerasina devam edecegim :D
30 Eylül 2011 Cuma
29 Eylül 2011 Perşembe
Tango'ya devam...
Bu da Turkce Ansiklopedide buldugum,Tango ile ile ilgili kucucuk bir bilgi,giris nezdinde.Bir dahaki sefere Tango'nun dans esaslarina dair bilgilerin oldugu bir paylasim ekleyecegim.
Her ne kadar tango bugün ışıltılı dans salonlarında yapılsa da, Buenos Aires'in kenar mahallelerinde ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın sonunda Buenos Aires, Avrupa ve Afrika'dan gelen, bir çoğu bu yeni ülkede kendini yalnız hisseden göçmenlerle ve sürgünlerle dolmuştu. Bunlar geçici arkadaşlıklarda, içkide ve kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacak herhangi bir eğlencede avuntu buluyorlardı. Çeşitli kültürlerin karışımı, yeni bir müzik stili ortaya çıkardı; Afrika vuruşları, Kızılderili ritmi ve Latin etkisi Arjantin pampalarının müziğiyle birleşti.
Tango adının Afrika tamtamlarının çıkardığı "tan-go" seslerinden, ya da Latince dokunmak anlamına gelen "tangere" fiilinden türediği sanılmaktadır. Tango adı nereden gelmişse olursa olsun, tango müziği tango dansına da can verdi... Tango kelimesi aynı zamanda Latin Amerika'da çok geniş bir siyahi topluluk tarafından kullanılmaya başlandı.Önsevişmedir, arjantin pavyon ve genelevlerinden dünyaya yayılmıştır. Pavyonlarda erkekler ve konsomatris çiftleri olarak yapilmiş, dansi erkeğin yönlendirmesi bu yüzdendir. Önceleri pekçok dans çeşidinden biri olan tango, kısa sürede halk arasında çok popüler bir hale geldi. Tiyatrolar ve laternalar sayesinde varoşlardan yüzbinlerce Avrupalı göçmenin yaşadığı fakir işçi sınıfı mahallelerine hızla yayıldı. Kısa sürede sokaklar, barlar ve üst tabakanın buluştuğu mekanlarda tango dansı görülmeye başlandı. 20. yüzyılın ilk yıllarında,
Buenos Aires'ten dansçılar ve orkestralar Avrupaya yolculuklara başladılar. Avrupanın ilk tango çılgınlığı
Paris'te başladı ve bunu
Londra,
Berlin ve diğer başkentler takip etti.
1913'lerin sonralına doğru, bu dans
New York'u ve
Finlandiya'yı da etkisi altına aldı.
Türkiye'de de Cumhuriyetin ilanı ile oluşan çok sesli müzik gelişimi ile, Tango sevilmiş ve yayılmıştır. Necip Celal, Fehmi Ege ve
Necdet Koyutürk pek çok tango besteleyerek Tango'nun Türkiye'de sevilmesi ve yayılmasını sağlamışlardır. Tangonun bu ithal versiyonları daha az vücut teması esasına dayalıydı (Ballroom Tango) ama bununla beraber pek çokları için hala şok edici idi.
İlk yılların tangosu "tango criollo" veya "basit tango" olarak bilinmekle beraber, günümüzde Amerikan ve uluslararasi tango stilleri, Fin tangosu, Çin tangosu gibi çeşitli türler gelişmiştir. Ancak orijinal tango, doğduğu toprakların adıyla, "Arjantin tangosu" olarak anılmaktadır. Tangonun dramatik duygusu, dans sırasında cok zengin doğaçlama fırsatları yaratması, dansın özünde aşk ve melankoli tutkusunun yatmasından ileri gelmektedir.
Tango müziğinin temel çalgısı Alman icadı olan fakat ismini Arjantin Tango'su ile duyuran akordeonun akrabası bandoneon'dur.
Tango dansı, UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer almaktadır.
Her ne kadar tango bugün ışıltılı dans salonlarında yapılsa da, Buenos Aires'in kenar mahallelerinde ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın sonunda Buenos Aires, Avrupa ve Afrika'dan gelen, bir çoğu bu yeni ülkede kendini yalnız hisseden göçmenlerle ve sürgünlerle dolmuştu. Bunlar geçici arkadaşlıklarda, içkide ve kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacak herhangi bir eğlencede avuntu buluyorlardı. Çeşitli kültürlerin karışımı, yeni bir müzik stili ortaya çıkardı; Afrika vuruşları, Kızılderili ritmi ve Latin etkisi Arjantin pampalarının müziğiyle birleşti.
Tango adının Afrika tamtamlarının çıkardığı "tan-go" seslerinden, ya da Latince dokunmak anlamına gelen "tangere" fiilinden türediği sanılmaktadır. Tango adı nereden gelmişse olursa olsun, tango müziği tango dansına da can verdi... Tango kelimesi aynı zamanda Latin Amerika'da çok geniş bir siyahi topluluk tarafından kullanılmaya başlandı.Önsevişmedir, arjantin pavyon ve genelevlerinden dünyaya yayılmıştır. Pavyonlarda erkekler ve konsomatris çiftleri olarak yapilmiş, dansi erkeğin yönlendirmesi bu yüzdendir. Önceleri pekçok dans çeşidinden biri olan tango, kısa sürede halk arasında çok popüler bir hale geldi. Tiyatrolar ve laternalar sayesinde varoşlardan yüzbinlerce Avrupalı göçmenin yaşadığı fakir işçi sınıfı mahallelerine hızla yayıldı. Kısa sürede sokaklar, barlar ve üst tabakanın buluştuğu mekanlarda tango dansı görülmeye başlandı. 20. yüzyılın ilk yıllarında,
İlk yılların tangosu "tango criollo" veya "basit tango" olarak bilinmekle beraber, günümüzde Amerikan ve uluslararasi tango stilleri, Fin tangosu, Çin tangosu gibi çeşitli türler gelişmiştir. Ancak orijinal tango, doğduğu toprakların adıyla, "Arjantin tangosu" olarak anılmaktadır. Tangonun dramatik duygusu, dans sırasında cok zengin doğaçlama fırsatları yaratması, dansın özünde aşk ve melankoli tutkusunun yatmasından ileri gelmektedir.
Tango müziğinin temel çalgısı Alman icadı olan fakat ismini Arjantin Tango'su ile duyuran akordeonun akrabası bandoneon'dur.
Tango dansı, UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer almaktadır.
28 Eylül 2011 Çarşamba
Tango atesi...henuz sonmedi.. :)
Kaldigimiz yerden devam..
Tango dansinin stilleri
Diger Tango stillerine gelince.Tango Oryantal (Uruguay),Tango Canyengue, Tango Liso, Tango Salon, Tango Orillero, Tango Milonguero (Tango Apilado), Tango Nuevo (Yeni Tango), Show Tango (Fantezi olarakta bilinir), Balo Tango ve Fin Tangosu .
Tango dansinin stilleri
Tangonun farkli stilleri Arjantin'in farkli bolgelerinde ve zamanlarinda degismistir,sadece Arjantin'de degil Dunyanin bircok bolgeside bu degisiminden nasibini almistir.Bircok kulturel elemenlere yanit olarak,hatta kiyafetlerde bile,Tango dans stillerinin kendilerine has,takip edilen net kurallari vardir,yarismalarda dahi.
En cok bilinen Tango stilleri:
- Arjantin Tango
- Amerikan stil Tango
- Enternasyonal stil Tango
Arjantin Tangosu:Bati yerlilerinden kaynak alinmis olan bu Tango stili o zamanlar sadece "Alt tabaka" kesimlere hitap ediyordu.Tango kelimesi,Afrika Tanganya kelimesinden turemistir.Ilk olarak Buenos Aries'in Gaucho sunda dans edilmis olan Arjantin Tangosu Arrabalero'nun asli olarakta bilinir.
Amerikan Tangosu:
Dakikada 32 olcumluk ve dakikanin 4/4 de, 128-136 lik vuruslarla bu tango stili muzikle sikica yapilandirilmistir.Hem acik hemde kapali pozisyonlarda yapilabilir.
Enternasyonal stil Tango:Cok daha disiplinli ve yapilandirilmis olan bu Tango stili genelde kapali pozisyonlardadir.Bircok Tango yarismalari ve gosterileri bu stile rastlanir.
Diger Tango stillerine gelince.Tango Oryantal (Uruguay),Tango Canyengue, Tango Liso, Tango Salon, Tango Orillero, Tango Milonguero (Tango Apilado), Tango Nuevo (Yeni Tango), Show Tango (Fantezi olarakta bilinir), Balo Tango ve Fin Tangosu .
Styles Of Tango Dancing
The different styles of Tango dancing developed in different areas and time of Argentina as well as in many other places around the world. Responding to many cultural elements, and even the fashions in clothing, the Tango dancing styles today, have their own rules followed quite strictly at competitions.
Here are some of the most common styles of Tango dancing:
· Argentine Tango
· American Style Tango
· International Style Tango
Argentine Tango
Originating in the West Indies, this Tango dancing style was limited to the ‘lower’ classes. The word ‘Tango’ comes from the African ‘Tanganya’. Coming from the Gauchos of Buenos Aires where it was first danced, the Argentine tango is also known as the Arrabalero origin.
American Tango
Originating in the West Indies, this Tango dancing style was limited to the ‘lower’ classes. The word ‘Tango’ comes from the African ‘Tanganya’. Coming from the Gauchos of Buenos Aires where it was first danced, the Argentine tango is also known as the Arrabalero origin.
American Tango
Presented at 32 measures per minute and 128-136 beats per minute in the 4/4 time, this style of Tango dancing is structured to music. It can be danced in both the open and closed position.
International Tango
A much stricter and more disciplined, this Tango dancing style is in the usual closed positions. You will come across this tango style at the dance competitions and events.
Some more styles of Tango dancing are: Tango Oriental (uruguayo), Tango Canyengue, Tango Liso, Tango Salon, Tango Orillero, Tango Milonguero (Tango Apilado), Tango Nuevo (New Tango), Show Tango (also known as Fantasia), Ballroom Tango and Finnish Tango. Several types of music is involved for these different styles of Tango dancing, like, Tango, Vals, Milonga, Tango Electronico etc;
A newer style of Tango dancing - "Tango Nuevo" or "New Tango" has been made popular in recent years by the younger age group of dancers. This style is often related with those who enjoy dancing to jazz- and techno-tinged "alternative Tango" music.
Etiketler:
arjantin tangosu,
gotan project,
Tango
23 Eylül 2011 Cuma
Tango Tango
Bugün bir arkadaşımla konuşurken icimde bir süredir sönmüş olan tango aşkımın külleri yeniden alevlendi.
Hal böyleyken, Tango ve onun güzelliklerini yeniden anlatasım,araştırasım, paylaşasım geldi.
Bulduklarimin cogu ingilizce.Tarihcesini Turkce'ye tercume etmeye baya bir useniyorum dogrusu kisacik bir ozet cikaririm olmazsa..
Tango'nun Tarihcesi - History of Tango:
Tango'nun tarihi 17 yy.a kadar uzaniyor.Amerikan ve Afrika kulturunden aldigi etkilerle,eski kolelerin seramonilerdeki dans formu seklinde gunumuz modern tangosuna seklini vermistir.
Tango'nun asli,gorunen o ki Buenos Aires'in dusuk sinif mahallelerinde ortaya cikmistir,tango muzigi Avrupa'da ki degisik stildeki muziklerden olusmakla beraber.1890'da,Tango kelimesi ilk kez kullanillmaya baslamis.Daha oncesinde ise herhangi bir dans formu iken,kisa bir sure halk arasinda populer bir hale gelmistir.Mahallelerden,cogunlugu Italyan,Ispanyol ve Fransiz olan Avrupali gocmenlerin olusturdugu isci sinifini olusturan banliyolere yayilmistir.
Tango'nun ilk zamanlarinda,Buenos Aires'ten danscilar ve orkestralar Avrupa'ya seyahat ederken gorulmuslerdir.Tango'ya ragbet ilk etapta Paris,sonrasinda sirasiyla Londra,Berlin ve dunyanin diger baskentlerine yayilmistir.
1913'un sonlarinda New York ve Finlandiya'yi sarsmistir.Daha onceleri Tango'nun adi basit 2/4 ya da 4/4 ritimlik tek adim gibi, danslarla kullanilmistir.
Terim'in daha moda olmasi,demek degildi ki Tango dans adimlari bir dansta kullanilacak.Bu esnada Tango muzigi bazen calinsada daha hizli adimlarlaydi.
Bu zamanin Tango'su bazen ,Rio De Le Plata'ya karsit,Kuzey Amerika Tangosu olarak adlandirilmistir.
1914 ile beraber daha orijinal Tango stilleri gelismeye basladiginin yansimalari gorulmustur.Buyuk Depresyon doneminde Arjantin'de sekteye ugramakla beraber,1950'lerde Juan PEron doneminde tekrar canlanmistir.
Gunumuzde Tango firtinasi halen devam ediyor ve duracagada benzemiyor.
Hal böyleyken, Tango ve onun güzelliklerini yeniden anlatasım,araştırasım, paylaşasım geldi.
Bulduklarimin cogu ingilizce.Tarihcesini Turkce'ye tercume etmeye baya bir useniyorum dogrusu kisacik bir ozet cikaririm olmazsa..
Tango'nun Tarihcesi - History of Tango:
Tango'nun tarihi 17 yy.a kadar uzaniyor.Amerikan ve Afrika kulturunden aldigi etkilerle,eski kolelerin seramonilerdeki dans formu seklinde gunumuz modern tangosuna seklini vermistir.
Tango'nun asli,gorunen o ki Buenos Aires'in dusuk sinif mahallelerinde ortaya cikmistir,tango muzigi Avrupa'da ki degisik stildeki muziklerden olusmakla beraber.1890'da,Tango kelimesi ilk kez kullanillmaya baslamis.Daha oncesinde ise herhangi bir dans formu iken,kisa bir sure halk arasinda populer bir hale gelmistir.Mahallelerden,cogunlugu Italyan,Ispanyol ve Fransiz olan Avrupali gocmenlerin olusturdugu isci sinifini olusturan banliyolere yayilmistir.
Tango'nun ilk zamanlarinda,Buenos Aires'ten danscilar ve orkestralar Avrupa'ya seyahat ederken gorulmuslerdir.Tango'ya ragbet ilk etapta Paris,sonrasinda sirasiyla Londra,Berlin ve dunyanin diger baskentlerine yayilmistir.
1913'un sonlarinda New York ve Finlandiya'yi sarsmistir.Daha onceleri Tango'nun adi basit 2/4 ya da 4/4 ritimlik tek adim gibi, danslarla kullanilmistir.
Terim'in daha moda olmasi,demek degildi ki Tango dans adimlari bir dansta kullanilacak.Bu esnada Tango muzigi bazen calinsada daha hizli adimlarlaydi.
Bu zamanin Tango'su bazen ,Rio De Le Plata'ya karsit,Kuzey Amerika Tangosu olarak adlandirilmistir.
1914 ile beraber daha orijinal Tango stilleri gelismeye basladiginin yansimalari gorulmustur.Buyuk Depresyon doneminde Arjantin'de sekteye ugramakla beraber,1950'lerde Juan PEron doneminde tekrar canlanmistir.
Gunumuzde Tango firtinasi halen devam ediyor ve duracagada benzemiyor.
The history of Tango dancing goes back as far as the 17th century. Having influences from Spanish and African culture, the dance forms from the ceremonies of former slaves have a hand in shaping the modern day Tango. The main objective of this page is to look into the Tango dancing history.
The origin of Tango dancing seems to be in lower-class districts of Buenos Aires, while the music for tango was drawn from the fusion of different styles of music from Europe. It was in the 1890s, that the word "Tango" seems to have first been used. Earlier, it was just one of the many forms of dances, but it was soon to gain high popularity throughout society. It spread from the suburbs to the working-class slums, which were crammed with thousands of European immigrants, mostly Italians, Spanish and French.
In the early history of Tango dancing, the dancers and orchestras from Buenos Aires were seen traveling to Europe. The craze for Tango initiating with Paris, was soon to follow to London, Berlin, and other capitals of the world. Hitting New York in the USA, and Finland by the end of 1913, Tango dancing sure had arrived. Earlier, the name "Tango" was applied to dances in a basic 2/4 or 4/4 rhythm such as the one-step. The term being fashionable, did not necessarily mean that the tango dancing steps would be used in the dance. During this time, the Tango music was played sometimes, but at a rather fast pace. The tango dancing of this period was sometimes referred to as a "North American Tango", versus the "Rio de la Plata Tango".
The history of Tango dancing reflects that by 1914, more genuine tango dancing styles were beginning to get developed. With the onset of Great Depression in 1929, in Argentina, certain limitations were introduced. In 1930, after the defeat of the Hipólito Yrigoyen government, there was a decline in Tango. But again in the 1950s, under the government of Juan Perón, the fortunes for tango dancing reversed again and it soared in popularity. Today, Tango dancing has taken the world by storm and there seems to be no stopping it.
The history of Tango dancing reflects that by 1914, more genuine tango dancing styles were beginning to get developed. With the onset of Great Depression in 1929, in Argentina, certain limitations were introduced. In 1930, after the defeat of the Hipólito Yrigoyen government, there was a decline in Tango. But again in the 1950s, under the government of Juan Perón, the fortunes for tango dancing reversed again and it soared in popularity. Today, Tango dancing has taken the world by storm and there seems to be no stopping it.
devam edecek..(yok yok ..bu cidden devam edecek)
22 Eylül 2011 Perşembe
Spinoza Teolojisinde Tanrı-Alem İlişkisi
Spinoza Teolojisinde Tanrı-Alem İlişkisi
Spinoza genel olarak panteist bir filozof olarak bilindiği için, doğal olarak Tanrı
ve alemi de özdeş kabul ettiği düşünülmektedir. Acaba ona göre Tanrı ve alem özdeş midir yoksa ayrı mıdır? Çalışmamızın en başında Spinoza’nın felsefesindeki bu probleme açıklık kazandırmaya çalışalım.
Her şeyden önce, Spinoza’nın kendi yazılarından hareket edildiğinde, Tanrı ve
âlemin özdeş olduğunu düşünmek kolay olmasa gerektir. Çünkü o, klasik panteistler gibi, ‘Her şey Tanrı’dır’ ve ‘Tanrı her şeydir’ diyerek, her şeyi tek bir varlığa irca etmiş gözükmemektedir. Zira Spinoza’nın, kalıp olarak ‘Her şey Tanrı’dır’ ve ‘Tanrı herşeydir’, tarzında herhangi bir söylemini doğrudan kendi eserlerinde bulmak olanaklı değildir. Oysa doğrudan Spinoza’nın kendi ifadelerine başvurduğumuzda onun, belki de pan-enteistlerle ortak bir bağlamda, ‘her şey Tanrı’da-dır’, ‘var olan her şey Tanrı’da-dır’ ya da ‘her şey Tanrı’da vardır’, ‘var olan her şey Tanrı’da-dır ve Tanrı sayesinde tasarlanabilir’, ‘var olan her şey Tanrı’da-dır ve Tanrı’ya bağlıdır ki Onsuz ne var olabilirler ne de tasarlanabilirler’, ‘varolan her bir şey Tanrı’da-dır’ ve ‘her şey Tanrı’da-dır ve Ona bağlıdır, Onsuz hiçbir şey var olamaz ve tasarlanamaz’
düşüncelerini dillendirdiği görülmektedir.Özetle Spinoza’nın bu düşüncelerine göre buradan şu sonuç çıkar ki, varolan her şey Tanrısız ne varolabilir, ne tasarlanabilir’. Dolayısıyla Spinoza ne her şeyi sadece Tanrı sayarak âlemi yok saymakta, ne de Tanrı’yı tüm şeylere indirgeyerek her şeye Tanrılık atfetmektedir. O, Tanrı’yı herşeyin yegane varlık sebebi görmekte ve her şeyin Onun sayesinde ve Onun tarafından meydana getirildiğini belirtmektedir. Böylece var olan şeyler Spinoza’ya göre Tanrı tarafından meydana getirildiğine göre sonlu ve Tanrı’dan ayrı şeylerdir.
Diğer yandan Spinoza’ya göre, Tanrı’nın âlemi meydana getirme eylemi (operation) ile âlemi koruma ve muhafaza eylemi aynı şeydir.Neticede ona göre, Tanrı ve meydana gelen şeyler ayrı ayrı şeylerdir. Ancak burada Tanrı sayesinde meydana gelen şeylerin nasıl meydana geldiğinin keyfiyeti ayrıca sorgulanacak bir sorundur. Zira Spinoza’ya göre şeyler Tanrı’nın irade hürlüğü ile meydana gelmeyip zorunlulukla ve önceden belirlenmek suretiyle var olmuşlardır.
Spinoza’ya göre âlem, mutlak bir şekilde Tanrı tarafından meydana getirilmiş
ve Tanrı tarafından da koruma ve muhafaza altına alınmıştır. Tanrı her an âlemi
gözetip, korumaktadır ve Onun âlemdeki eylemi ve koruması da devam etmektedir. Çünkü Spinoza’ya göre güç ya da kudret, bir şeyin korunması gibi meydana getirilmesini de gerektirmektedir.Bu düşünceleri dikkate alındığında, bize göre, Hegel’in (1770-1831)9 iddia ettiği gibi Spinoza, akozmik olarak telakki edilmeyi de pek hak ediyor gözükmüyor gibidir. Zira, yukarıda var olanlara ilişkin olarak ifadeleri ayrıntılı bir şekilde dile getirilen Spinoza’nın söz konusu düşüncelerine göre, Tanrı ve âlem ontolojik olarak iki ayrı varlık kategorisi olarak ayrıştırılmakta ve âlem Tanrı tarafından ya da Tanrı sayesinde meydana getirilmiş olarak telakki edilmektedir. Ona göre alemin Tanrı’nın meydana getirmiş olduğu sonlu varlıklardan hiçbir farkı bulunmamaktadır. Masson’un da vurguladığı gibi, Spinoza’ya göre, ‘her şeyi meydana getiren (made), yöneten (direct) ve âlemin devam etmesini sağlayan (sustain) bir Varlık ya da Tanrı vardır’.olduğuna (God’s omnipresence) ve O’nun her yerde hem içkin hem de her şeye aşkın olduğuna işaret eden sonsuz tavır (infinite mode) olarak yorumlamaktadır.Spinoza’ya göre, âlemde tabiî bir düzen vardır. Âlem kendi başına, düzensiz ve kontrolsüz değildir. Tabiî yasanın diğer bir ifadesi de İlahi yasadır (Divine Law).
Bu yasa, Tanrı’nın emirleriyle meydana gelmiştir. Bu sebeple, Masson da,
Spinoza’da, ‘Tabiatın evrensel yasaları, Tanrı’nın ezeli emirlerinden başka bir şey
değildir’ ve ‘insan da tabii yasaya (natural law) göre işleyen (acting) tabiatın bir
parçasıdır’der. Aynı şekilde, tabiat yasası, Tanrı’nın yasasının aynısıdır.
Dolayısıyla, teolojik ve fiziksel sonuçlar ya da yasalar bir biriyle tamamen özdeştir.
Bununla birlikte, Spinoza’ya göre, Tanrı, âlemde koymuş olduğu tabiî yasayı
korumakta, dolayısıyla da âlemi koruyup gözetmiş olmaktadır. Ona göre, Tanrı’nın olağan (ordinary) kudreti, âlemi belli bir düzen içinde işlemek üzere korumaktadır.
Bu çerçevede Tanrı’nın Dört tür Kudreti vardır: Mutlak Kudreti (Absolute Power),
düzenleyici kudreti (regulated Power), olağan kudreti (ordinary Power) ve olağanüstü ya da olağan dışı kudreti (extraordinary Power). Tanrı’nın emirleri referans alınmaksızın Onun Kâdir-i Mutlak (Omnipotence) oluşu dikkate alındığında, Tanrı’nın kudretinin Mutlak olduğu görülür. Tanrı’nın emirleri dikkate alındığında, Tanrı’nın düzenleyici kudreti olduğu anlaşılır. Bu ikisinin dışında, Tanrı’nın belli bir düzen içinde âlemi koruması ve muhafaza etmesi (conserves) Onun olağan kudretini ifade ederken; tabiî düzen dışında bazı şeyler yapmak için Tanrı’nın kullanmış olduğu kudreti ise, Onun olağanüstü kudretine işaret etmektedir. Dolayısıyla, mucizeler Tanrı’nın olağanüstü kudretiyle gerçekleşmektedir.Görüldüğü gibi Spinoza, Tanrı’nın kudretinin dört şekilde tecelli ettiğini düşünmektedir. Âlemin ve âlemde Tanrı’nın emirleri sonucunda oluşmuş olan tabiî yasaların korunması için Tanrı’nın olağan kudreti aktiftir. Ona göre, Tanrı, kimi zaman koymuş olduğu tabiî yasaları, bellibir süre yıkabilir ya da askıya alabilir. İşte bu zaman, Tanrı’nın mucizeler meydana getirmek istediği anlardır. Dolayısıyla, yukarıda da belirttiğimiz üzere, Tanrı, söz konusu tabiî yasaların ve düzenin dışında, olağan dışı ve olağanüstü herhangi bir şey yapmak istediğinde, olağanüstü kudretini kullanmaktadır.
Spinoza’ya göre, Tanrı ve âlem ayrı ayrı şeylerdir. Nitekim, Spinoza, arkadaşı
Oldenburg’a yazdığı mektupta Tanrı ve âlem bir ve aynı şeydir diyen kimseler açıkça büyük bir yanılgı içindedirler demektedir. Ayrıca onun yukarıdaki düşüncelerinden de anlaşılacağı üzere, aynı şekilde Tanrı’nın, her şeye gücü yeten Kudret sahibi Mükemmel bir varlık olduğunu, alemin ise Tanrı’nın yarattığı sonlu ve mümkün varlıklardan birisi olduğunu belirtmektedir.
Spinoza, arkadaşı Hugo Bexol’e yazdığı mektupta, âlemin zorunlu olarak
yaratılışını konu edinmektedir.Âlem Tanrı tarafından meydana getirilmiş olunca
âlemin Tanrı’yla özdeş olmasından ve Tanrı-âlem aynılığından bahsedilemez.
Dolayısıyla, her ikisinin de ayrı ayrı olduğu, âlemin de, Tanrı’nın emir ve gözetimi
altında olduğu anlaşılacaktır. Nitekim, Spinoza, âlemde varolan tabiî yasaların
Tanrı’nın emir ve yaratması sonucunda meydana geldiğini belirtir. Bu hususu, o,
özellikle, ‘Tabiî yasalar, Tabiî aklın ışığıyla vahyedilen Tanrı’nın emirleridir’ diyerek vurgular.
Spinoza yorumcularından Duff da, Spinoza’ya göre, tabii yasaların Tanrı’nın
yasalarından başka bir şey olmadığına dikkat çekmektedir.26 Hatta, ona göre,
Spinoza’nın anlayışındaki Tanrı’nın yasaları, insanın yasaları ve tabiat yasaları
ayrımları, eninde sonunda tamamen Tanrı’ya dayanmaktadır ve hepsi Tanrı’nın
yasaları sonucunda meydana gelmektedir.
Aynı şekilde, Spinoza, Tanrı’nın âlemi ebedî gücüyle yarattığını düşünür.28
Yani Tanrı zorunlu sonsuz kudretiyle yaratır. Tahminî olarak o, âlemin yaratılışı
hakkındaki düşüncelerini de dile getirir. Zaman bilimcilerin (Chronologists)
hesaplamalarına göre dünya, yaklaşık olarak beş milyar yıl önce yaratılmıştır.30
Dolayısıyla Spinoza, bu düşüncesiyle âlemin bir öncesinin ve başlangıcının olduğunu
düşünür. Tanrı ve âlem ayrı ayrı şeyler olup, hem mahiyet hem de varlık açısından
ayrılık ve farklılık ortaya çıkmaktadır.
Tanrı’nın Mahiyeti ve Varlığı konusunda, Spinoza, varlıkları iki kısımda ele
almaktadır. Zorunlu varlık, mümkün varlıklar. Zorunlu varlık; var olmak için başka bir varlığın yardımına gerek duymayan ve kendi kendisine varolan varlıktır. Bu anlamda zorunlu olan varlık yalnızca Tanrı’dır. Tanrı’dan başka hiçbir varlık kendi kendine varolamamaktadır. Mümkün varlıklar ise, var olmak için kendinden daha mükemmel bir
varlığın yardımına gerek duyan varlıklardır. Diğer bir ifadeyle, bu varlıklar yaratılmış varlıklardır. Bu çerçevede, Spinoza’ya göre, âlem de mümkün varlıklardan biridir.
Mümkün varlıklar, Spinoza tarafından özü varlığını kuşatmayan ve sonlu olarak da ifade edilmektedir. Zorunlu varlık ise, özü varlığını kuşatan, ezelî ve ebedî olan
varlıktır.Dolayısıyla, âlem, Tanrı’yla aynı ve bir olabilmek için hiçbir ortak özelliğe sahip değildir. Mümkün varlık olmasıyla alem, özü varlığını kuşatmayan yani her an varolması ve yok olması mümkün olan bir varlıktır. Çünkü, her şeyden önce Tanri,her şeyin meydana getiricisidir. Zorunlu olarak her şeyi biliyor olmasıyla da varlığı mümkün olan her şeyin zorunlu olarak yaratıcısıdır .
Spinoza’nın Etika’da sık sık vurguladığı gibi Tanrı’nın her şeyin nedeni olması
ifadesi de, Tanrı’nın her şeyin meydana getiricisi ya da yaratıcısı olmasını ifade
etmektedir. ‘Tanrı her şeyin nedeni veya yaratıcısıdır ve neden, herkesin kolayca
algılayabileceği gibi, etkinin tüm mükemmelliğini bizzat kendisinde içermelidir’.35
Böylece Spinoza, ‘Tanrı her şeyin nedenidir’ ya da ‘Yaratıcısıdır’ diyerek, neden
olmanın yaratıcı olmak anlamını ifade ettiğini belirtir. Kısacası, bu anlamda âlem,
Tanrı’yla özdeş değil, Tanrı’nın yaratmış olduğu varlıktır. Tanrı âlemin nedeni yani yaratıcısıdır.Tanrı ve âlemin aynı veya özdeş olması, Spinoza’nın varlık felsefesine de aykırıdır. Çünkü, iki şey aynı ise, bu iki şey aynı mahiyet ve sıfatlara sahip olacaktır.Bu da, aynı mahiyet ve sıfatlara sahip iki cevher olması anlamına gelecektir. Ancak,Spinoza’ya göre, böyle bir çelişki olamaz. Çünkü, ona göre, ‘aynı tabiata ya da aynı sıfata sahip olan iki ya da bir çok cevher olamaz’.Spinoza bu önermenin kanıtlamasını şu şekilde yapar: ‘ Şayet birçok farklı cevher olmuş olsaydı, onların birbirlerinden ya sıfatlarının farklılığı ile ya tavırları ya da duygulanışlarının farklılığı ile ayrı olmaları gerekecektir. Eğer onların yalnız sıfatlarının farklılığı ile ayrı olacakları söylenirse, onların aynı tabiatı ve aynı sıfatı olamayacaktır. Fakat onlar duygulanışlarının farklılığı yüzünden birbirlerinden ayrı iseler, bir cevher, tabiatça duygulanışlarından önce geldiği için yani, hakikatte, o başkalarından ayrı diye tasarlanamayacaktır, başka deyişle orada birçok cevher değil yalnız bir cevher olacaktır’.
Spinoza’ya göre, âlemde aynı tabiatta ve sıfatta iki cevher olamayacağı için, ‘bir cevher başka bir cevher tarafından meydana getirilemez’.Eğer âlemde tek bir cevher varsa, onun dışındaki şeyler de onun tarafından meydana getirilmiş demektir. Dolayısıyla, Tanrı ve âlem özdeş kabul edildiğinde Tanrı ve âlemin iki ayrı değil, aynı cevher olduğu kabul edilmiş olacaktır. Ona göre, âlemde aynı sıfatı olan iki cevher olamayacağı ve aynı tabiatta ve sıfatta olan cevherlerden biri diğerini meydana getiremeyeceği için, Tanrı ve âlemin aynı olmasından ziyade, âlemin Tanrı tarafından meydana getirildiğini ve sonuçta da Tanrı’nın mutlak cevher, âlemin de yaratılmış varlık yani tavır ya da âraz olduğunu ifade etmemiz doğru olacaktır.
Devam edecek...
kaynak:C. ü.ilahiyat fakültesi dergisi,
Spinoza genel olarak panteist bir filozof olarak bilindiği için, doğal olarak Tanrı
ve alemi de özdeş kabul ettiği düşünülmektedir. Acaba ona göre Tanrı ve alem özdeş midir yoksa ayrı mıdır? Çalışmamızın en başında Spinoza’nın felsefesindeki bu probleme açıklık kazandırmaya çalışalım.
Her şeyden önce, Spinoza’nın kendi yazılarından hareket edildiğinde, Tanrı ve
âlemin özdeş olduğunu düşünmek kolay olmasa gerektir. Çünkü o, klasik panteistler gibi, ‘Her şey Tanrı’dır’ ve ‘Tanrı her şeydir’ diyerek, her şeyi tek bir varlığa irca etmiş gözükmemektedir. Zira Spinoza’nın, kalıp olarak ‘Her şey Tanrı’dır’ ve ‘Tanrı herşeydir’, tarzında herhangi bir söylemini doğrudan kendi eserlerinde bulmak olanaklı değildir. Oysa doğrudan Spinoza’nın kendi ifadelerine başvurduğumuzda onun, belki de pan-enteistlerle ortak bir bağlamda, ‘her şey Tanrı’da-dır’, ‘var olan her şey Tanrı’da-dır’ ya da ‘her şey Tanrı’da vardır’, ‘var olan her şey Tanrı’da-dır ve Tanrı sayesinde tasarlanabilir’, ‘var olan her şey Tanrı’da-dır ve Tanrı’ya bağlıdır ki Onsuz ne var olabilirler ne de tasarlanabilirler’, ‘varolan her bir şey Tanrı’da-dır’ ve ‘her şey Tanrı’da-dır ve Ona bağlıdır, Onsuz hiçbir şey var olamaz ve tasarlanamaz’
düşüncelerini dillendirdiği görülmektedir.Özetle Spinoza’nın bu düşüncelerine göre buradan şu sonuç çıkar ki, varolan her şey Tanrısız ne varolabilir, ne tasarlanabilir’. Dolayısıyla Spinoza ne her şeyi sadece Tanrı sayarak âlemi yok saymakta, ne de Tanrı’yı tüm şeylere indirgeyerek her şeye Tanrılık atfetmektedir. O, Tanrı’yı herşeyin yegane varlık sebebi görmekte ve her şeyin Onun sayesinde ve Onun tarafından meydana getirildiğini belirtmektedir. Böylece var olan şeyler Spinoza’ya göre Tanrı tarafından meydana getirildiğine göre sonlu ve Tanrı’dan ayrı şeylerdir.
Diğer yandan Spinoza’ya göre, Tanrı’nın âlemi meydana getirme eylemi (operation) ile âlemi koruma ve muhafaza eylemi aynı şeydir.Neticede ona göre, Tanrı ve meydana gelen şeyler ayrı ayrı şeylerdir. Ancak burada Tanrı sayesinde meydana gelen şeylerin nasıl meydana geldiğinin keyfiyeti ayrıca sorgulanacak bir sorundur. Zira Spinoza’ya göre şeyler Tanrı’nın irade hürlüğü ile meydana gelmeyip zorunlulukla ve önceden belirlenmek suretiyle var olmuşlardır.
Spinoza’ya göre âlem, mutlak bir şekilde Tanrı tarafından meydana getirilmiş
ve Tanrı tarafından da koruma ve muhafaza altına alınmıştır. Tanrı her an âlemi
gözetip, korumaktadır ve Onun âlemdeki eylemi ve koruması da devam etmektedir. Çünkü Spinoza’ya göre güç ya da kudret, bir şeyin korunması gibi meydana getirilmesini de gerektirmektedir.Bu düşünceleri dikkate alındığında, bize göre, Hegel’in (1770-1831)9 iddia ettiği gibi Spinoza, akozmik olarak telakki edilmeyi de pek hak ediyor gözükmüyor gibidir. Zira, yukarıda var olanlara ilişkin olarak ifadeleri ayrıntılı bir şekilde dile getirilen Spinoza’nın söz konusu düşüncelerine göre, Tanrı ve âlem ontolojik olarak iki ayrı varlık kategorisi olarak ayrıştırılmakta ve âlem Tanrı tarafından ya da Tanrı sayesinde meydana getirilmiş olarak telakki edilmektedir. Ona göre alemin Tanrı’nın meydana getirmiş olduğu sonlu varlıklardan hiçbir farkı bulunmamaktadır. Masson’un da vurguladığı gibi, Spinoza’ya göre, ‘her şeyi meydana getiren (made), yöneten (direct) ve âlemin devam etmesini sağlayan (sustain) bir Varlık ya da Tanrı vardır’.olduğuna (God’s omnipresence) ve O’nun her yerde hem içkin hem de her şeye aşkın olduğuna işaret eden sonsuz tavır (infinite mode) olarak yorumlamaktadır.Spinoza’ya göre, âlemde tabiî bir düzen vardır. Âlem kendi başına, düzensiz ve kontrolsüz değildir. Tabiî yasanın diğer bir ifadesi de İlahi yasadır (Divine Law).
Bu yasa, Tanrı’nın emirleriyle meydana gelmiştir. Bu sebeple, Masson da,
Spinoza’da, ‘Tabiatın evrensel yasaları, Tanrı’nın ezeli emirlerinden başka bir şey
değildir’ ve ‘insan da tabii yasaya (natural law) göre işleyen (acting) tabiatın bir
parçasıdır’der. Aynı şekilde, tabiat yasası, Tanrı’nın yasasının aynısıdır.
Dolayısıyla, teolojik ve fiziksel sonuçlar ya da yasalar bir biriyle tamamen özdeştir.
Bununla birlikte, Spinoza’ya göre, Tanrı, âlemde koymuş olduğu tabiî yasayı
korumakta, dolayısıyla da âlemi koruyup gözetmiş olmaktadır. Ona göre, Tanrı’nın olağan (ordinary) kudreti, âlemi belli bir düzen içinde işlemek üzere korumaktadır.
Bu çerçevede Tanrı’nın Dört tür Kudreti vardır: Mutlak Kudreti (Absolute Power),
düzenleyici kudreti (regulated Power), olağan kudreti (ordinary Power) ve olağanüstü ya da olağan dışı kudreti (extraordinary Power). Tanrı’nın emirleri referans alınmaksızın Onun Kâdir-i Mutlak (Omnipotence) oluşu dikkate alındığında, Tanrı’nın kudretinin Mutlak olduğu görülür. Tanrı’nın emirleri dikkate alındığında, Tanrı’nın düzenleyici kudreti olduğu anlaşılır. Bu ikisinin dışında, Tanrı’nın belli bir düzen içinde âlemi koruması ve muhafaza etmesi (conserves) Onun olağan kudretini ifade ederken; tabiî düzen dışında bazı şeyler yapmak için Tanrı’nın kullanmış olduğu kudreti ise, Onun olağanüstü kudretine işaret etmektedir. Dolayısıyla, mucizeler Tanrı’nın olağanüstü kudretiyle gerçekleşmektedir.Görüldüğü gibi Spinoza, Tanrı’nın kudretinin dört şekilde tecelli ettiğini düşünmektedir. Âlemin ve âlemde Tanrı’nın emirleri sonucunda oluşmuş olan tabiî yasaların korunması için Tanrı’nın olağan kudreti aktiftir. Ona göre, Tanrı, kimi zaman koymuş olduğu tabiî yasaları, bellibir süre yıkabilir ya da askıya alabilir. İşte bu zaman, Tanrı’nın mucizeler meydana getirmek istediği anlardır. Dolayısıyla, yukarıda da belirttiğimiz üzere, Tanrı, söz konusu tabiî yasaların ve düzenin dışında, olağan dışı ve olağanüstü herhangi bir şey yapmak istediğinde, olağanüstü kudretini kullanmaktadır.
Spinoza’ya göre, Tanrı ve âlem ayrı ayrı şeylerdir. Nitekim, Spinoza, arkadaşı
Oldenburg’a yazdığı mektupta Tanrı ve âlem bir ve aynı şeydir diyen kimseler açıkça büyük bir yanılgı içindedirler demektedir. Ayrıca onun yukarıdaki düşüncelerinden de anlaşılacağı üzere, aynı şekilde Tanrı’nın, her şeye gücü yeten Kudret sahibi Mükemmel bir varlık olduğunu, alemin ise Tanrı’nın yarattığı sonlu ve mümkün varlıklardan birisi olduğunu belirtmektedir.
Spinoza, arkadaşı Hugo Bexol’e yazdığı mektupta, âlemin zorunlu olarak
yaratılışını konu edinmektedir.Âlem Tanrı tarafından meydana getirilmiş olunca
âlemin Tanrı’yla özdeş olmasından ve Tanrı-âlem aynılığından bahsedilemez.
Dolayısıyla, her ikisinin de ayrı ayrı olduğu, âlemin de, Tanrı’nın emir ve gözetimi
altında olduğu anlaşılacaktır. Nitekim, Spinoza, âlemde varolan tabiî yasaların
Tanrı’nın emir ve yaratması sonucunda meydana geldiğini belirtir. Bu hususu, o,
özellikle, ‘Tabiî yasalar, Tabiî aklın ışığıyla vahyedilen Tanrı’nın emirleridir’ diyerek vurgular.
Spinoza yorumcularından Duff da, Spinoza’ya göre, tabii yasaların Tanrı’nın
yasalarından başka bir şey olmadığına dikkat çekmektedir.26 Hatta, ona göre,
Spinoza’nın anlayışındaki Tanrı’nın yasaları, insanın yasaları ve tabiat yasaları
ayrımları, eninde sonunda tamamen Tanrı’ya dayanmaktadır ve hepsi Tanrı’nın
yasaları sonucunda meydana gelmektedir.
Aynı şekilde, Spinoza, Tanrı’nın âlemi ebedî gücüyle yarattığını düşünür.28
Yani Tanrı zorunlu sonsuz kudretiyle yaratır. Tahminî olarak o, âlemin yaratılışı
hakkındaki düşüncelerini de dile getirir. Zaman bilimcilerin (Chronologists)
hesaplamalarına göre dünya, yaklaşık olarak beş milyar yıl önce yaratılmıştır.30
Dolayısıyla Spinoza, bu düşüncesiyle âlemin bir öncesinin ve başlangıcının olduğunu
düşünür. Tanrı ve âlem ayrı ayrı şeyler olup, hem mahiyet hem de varlık açısından
ayrılık ve farklılık ortaya çıkmaktadır.
Tanrı’nın Mahiyeti ve Varlığı konusunda, Spinoza, varlıkları iki kısımda ele
almaktadır. Zorunlu varlık, mümkün varlıklar. Zorunlu varlık; var olmak için başka bir varlığın yardımına gerek duymayan ve kendi kendisine varolan varlıktır. Bu anlamda zorunlu olan varlık yalnızca Tanrı’dır. Tanrı’dan başka hiçbir varlık kendi kendine varolamamaktadır. Mümkün varlıklar ise, var olmak için kendinden daha mükemmel bir
varlığın yardımına gerek duyan varlıklardır. Diğer bir ifadeyle, bu varlıklar yaratılmış varlıklardır. Bu çerçevede, Spinoza’ya göre, âlem de mümkün varlıklardan biridir.
Mümkün varlıklar, Spinoza tarafından özü varlığını kuşatmayan ve sonlu olarak da ifade edilmektedir. Zorunlu varlık ise, özü varlığını kuşatan, ezelî ve ebedî olan
varlıktır.Dolayısıyla, âlem, Tanrı’yla aynı ve bir olabilmek için hiçbir ortak özelliğe sahip değildir. Mümkün varlık olmasıyla alem, özü varlığını kuşatmayan yani her an varolması ve yok olması mümkün olan bir varlıktır. Çünkü, her şeyden önce Tanri,her şeyin meydana getiricisidir. Zorunlu olarak her şeyi biliyor olmasıyla da varlığı mümkün olan her şeyin zorunlu olarak yaratıcısıdır .
Spinoza’nın Etika’da sık sık vurguladığı gibi Tanrı’nın her şeyin nedeni olması
ifadesi de, Tanrı’nın her şeyin meydana getiricisi ya da yaratıcısı olmasını ifade
etmektedir. ‘Tanrı her şeyin nedeni veya yaratıcısıdır ve neden, herkesin kolayca
algılayabileceği gibi, etkinin tüm mükemmelliğini bizzat kendisinde içermelidir’.35
Böylece Spinoza, ‘Tanrı her şeyin nedenidir’ ya da ‘Yaratıcısıdır’ diyerek, neden
olmanın yaratıcı olmak anlamını ifade ettiğini belirtir. Kısacası, bu anlamda âlem,
Tanrı’yla özdeş değil, Tanrı’nın yaratmış olduğu varlıktır. Tanrı âlemin nedeni yani yaratıcısıdır.Tanrı ve âlemin aynı veya özdeş olması, Spinoza’nın varlık felsefesine de aykırıdır. Çünkü, iki şey aynı ise, bu iki şey aynı mahiyet ve sıfatlara sahip olacaktır.Bu da, aynı mahiyet ve sıfatlara sahip iki cevher olması anlamına gelecektir. Ancak,Spinoza’ya göre, böyle bir çelişki olamaz. Çünkü, ona göre, ‘aynı tabiata ya da aynı sıfata sahip olan iki ya da bir çok cevher olamaz’.Spinoza bu önermenin kanıtlamasını şu şekilde yapar: ‘ Şayet birçok farklı cevher olmuş olsaydı, onların birbirlerinden ya sıfatlarının farklılığı ile ya tavırları ya da duygulanışlarının farklılığı ile ayrı olmaları gerekecektir. Eğer onların yalnız sıfatlarının farklılığı ile ayrı olacakları söylenirse, onların aynı tabiatı ve aynı sıfatı olamayacaktır. Fakat onlar duygulanışlarının farklılığı yüzünden birbirlerinden ayrı iseler, bir cevher, tabiatça duygulanışlarından önce geldiği için yani, hakikatte, o başkalarından ayrı diye tasarlanamayacaktır, başka deyişle orada birçok cevher değil yalnız bir cevher olacaktır’.
Spinoza’ya göre, âlemde aynı tabiatta ve sıfatta iki cevher olamayacağı için, ‘bir cevher başka bir cevher tarafından meydana getirilemez’.Eğer âlemde tek bir cevher varsa, onun dışındaki şeyler de onun tarafından meydana getirilmiş demektir. Dolayısıyla, Tanrı ve âlem özdeş kabul edildiğinde Tanrı ve âlemin iki ayrı değil, aynı cevher olduğu kabul edilmiş olacaktır. Ona göre, âlemde aynı sıfatı olan iki cevher olamayacağı ve aynı tabiatta ve sıfatta olan cevherlerden biri diğerini meydana getiremeyeceği için, Tanrı ve âlemin aynı olmasından ziyade, âlemin Tanrı tarafından meydana getirildiğini ve sonuçta da Tanrı’nın mutlak cevher, âlemin de yaratılmış varlık yani tavır ya da âraz olduğunu ifade etmemiz doğru olacaktır.
Devam edecek...
kaynak:C. ü.ilahiyat fakültesi dergisi,
20 Eylül 2011 Salı
Gönül ... yapmışsın yine yapacağını ,helal olsun !
Bugün birkez daha anlamış durumdayım ;
Gönül bu,ak'a da konar bok'a da...
Ak tamamda,bok'a konan gönül eski sevgili olunca- Ulan bu mu diyorsun. :)))
Hani böyle kalp sızısı eşliğinde kadınlık egonu okşayan bir gülümseme ile karışık bir tatmin,bir hoşluk duygusu...
kötü bir duygu değil vesselam ama ............
bu mu lan bu mu.. yuuuh :)))
hadi yumuşak bir geçiş yapayım:
Gönül kimi seçerse o'dur en güzel...................ama bi dakka.......puahahahha
Gönül bu,ak'a da konar bok'a da...
Ak tamamda,bok'a konan gönül eski sevgili olunca- Ulan bu mu diyorsun. :)))
Hani böyle kalp sızısı eşliğinde kadınlık egonu okşayan bir gülümseme ile karışık bir tatmin,bir hoşluk duygusu...
kötü bir duygu değil vesselam ama ............
bu mu lan bu mu.. yuuuh :)))
hadi yumuşak bir geçiş yapayım:
Gönül kimi seçerse o'dur en güzel...................ama bi dakka.......puahahahha
not:Kaka'nin kimligini ele vermemek acisindan kismi ban'lasmistir :P
15 Eylül 2011 Perşembe
Bugün "senin" doğum günün-Today is your birthday !
Baba'...dogum gunun kutlu olsun..
Benim icin hala hayattasin,hala telefonun bir ucundasin....seni korkunc bir sekilde ozledim..
Dad,Happy Birthday...
For me,you are still alive like i can reach you by phone...i miss you terribly...
Agirdir sevmelerim...
Vicdanla birlikte.. "şeref" ararım ben sevdiklerimde;
Her zaman doğru değildir elbet seçimlerim..Zaman gelir "şerefsizleri" de severim..
Her yerde gözüm kulağım vardır benim.
... "Eksik söylemek yalan söylemek değildir !" mantığındaki
Beni değil kendini kandırır yalnızca...
Bilmezden gelişlerim aptala yatışlarım
Kaybetme korkumdan değil, karşımdakilerin yalan söyleme potansiyellerine olan merakımdandır..."inkar" olmaz benim hayatımda..
Yaşananı "yaşanmamış" saymam
Sayanları da saymam...
Kelimelere sığmaz sayfalar sürer beni anlatmak
Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın;
Yaşayan bilir beni..
Yaşamayan anlamaz...
"Ağırdır sevmelerim, Her yürek taşıyamaz..
Büyüktür umutlarım, Her omuz kaldıramaz.."
- Nazım Hikmet Ran
Beni değil kendini kandırır yalnızca...
Bilmezden gelişlerim aptala yatışlarım
Kaybetme korkumdan değil, karşımdakilerin yalan söyleme potansiyellerine olan merakımdandır..."inkar" olmaz benim hayatımda..
Yaşananı "yaşanmamış" saymam
Sayanları da saymam...
Kelimelere sığmaz sayfalar sürer beni anlatmak
Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın;
Yaşayan bilir beni..
Yaşamayan anlamaz...
"Ağırdır sevmelerim, Her yürek taşıyamaz..
Büyüktür umutlarım, Her omuz kaldıramaz.."
- Nazım Hikmet Ran
13 Eylül 2011 Salı
....
Yormak istemiyorum artık kimseyi yorgunum zira!
Kelimeleri yanyana getiresim yok kendimi anlatmak için.
Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için.
Hiç söylenmemiş sözler duymaya ve yeniden cümleler kurmaya ihtiyacım var. Yetmiyor bildiklerim...
i don't want to make anyone tired ,forasmuch i am tired!
I don't feel to put words together next to each other to tell about myself.
i am looking for a new alphabet to be able to speak.
I need to hear unspoken words and need to re-build new sentences ,it's not enough what i already know...
CAN YÜCEL
7 Eylül 2011 Çarşamba
Mavi marmara oldu "karanlik" marmara
Gundem su siralar yine "Mavi Marmara" , Israil'in diretmeleriyle alinan karardan dolayi.
Politik yorumlar yapmayacaktim (gerci benim sahip oldugum politik bilgi,bilgi kategorisine bile girmez bence : )
ama yine tutamayacagim kendimi.
ama yine tutamayacagim kendimi.
Demiyorum ki "Mavi Marmara" salt provakasyon amacli yola cikti ama buyuk olcude amac buydu.Yine de olaylarin bu boyuta gelecegini tahmin edemedikleri de asikar.
Israil tek bir konuda hakli,o da daha onceden uyarmis olmalari...yine de bu, sivilleri hunharca katletmeleri konusunda onlari hakli duruma getirmiyor tabiki.
E hadi "Mavi Marmara" kurbanlari, Israilli komandolarin ne kadar vahsi olacagini tahmin edemedi,devletin basindakilerde mi bunu akil edemedi? Kimse neden uyarmadi ciddi ciddi?
Isin kurdu olanlar bilmiyorlarmiydi bunun boyle olacagini? Devletin basindakilerinin isine geldi tabi.politikalariyla orantili bir hareketti soz konusu olan.Hal boyleyken etlisine sutlusune karismadilar.
Isin kurdu olanlar bilmiyorlarmiydi bunun boyle olacagini? Devletin basindakilerinin isine geldi tabi.politikalariyla orantili bir hareketti soz konusu olan.Hal boyleyken etlisine sutlusune karismadilar.
Israil desen, adamlar kucucuk cocuklara acimiyorlar da kazik kadar adamlara mi aciyacaklar?
'Ellerinde bicakla satirla bizi bekliyorlardi ' diyorlar. Senin elinde en gelismis silahlardan var.Kafasina sikacagina bicagi tutan eline sikamadin mi silahi madem oyle ?
Gemide Amerikan vatandasi bir kimsenin olmasi manidardi biraz .
Amerikan vatandasi kimse olursa Israil bize dokunamaz mi diye mi dusunduler acaba...
Hatirlatayim,cok zaman once degil belki 5 yil once Filistin'lilere saldiran tanka karsi gelip onunde bariyer kurmaya calisan gencecik Amerika'li bir kizi gozunun yasina bakmadan ezmisti Israll ordusunun tanki..gerisini siz dusunun.
Amerikan vatandasi kimse olursa Israil bize dokunamaz mi diye mi dusunduler acaba...
Hatirlatayim,cok zaman once degil belki 5 yil once Filistin'lilere saldiran tanka karsi gelip onunde bariyer kurmaya calisan gencecik Amerika'li bir kizi gozunun yasina bakmadan ezmisti Israll ordusunun tanki..gerisini siz dusunun.
Dis politikada ki "bilincli" beceriksizligimizin bizi getirdigi hale sasmiyorum.
Askerlerimiz katlediliyor ama kimse "Mavi MArmara" nin kutsal amaci ?! gibi bir amacla ne turlar duzenliyor ne yuruyus yapiyor.Devlet masallah kinamaktan bir kinama ordusu olusturdu hayali,oturdugu yerde sayiyor (pardon pardon birgun gecikmeli olarak Somali'ye filan gidiyor).
Bana gore burada suclu olanlar biraz da MAvi MArmara'yi duzenleyenler (kafalarina gore takildiklari icin) buna goz yuman devlet ve ISrail'in simarik,canavarca tavridir.
O yuzden ozur ciksa bile gerisi gelmez.
6 Eylül 2011 Salı
olmuyorsa....
Olmuyorsa zorlama, ya hayallerin kırılır ya kalbin. Unutmuş gibi yap. Çünkü güzel şeyler; onları hiç beklemediğinde gerçekleşir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)